İlk
satır, ilk cümle.
Hiçbir zaman üzüldüğüm kadar
üzemedim. Hep en fazla ben kırıldım, ben yıkıldım. Hep iyi düşündüm ve hep ben
merhametli oldum. Ama bunlar hayattan darbe yememek için yeterli değildi. Belki
de hayattan darbe yemem için bir sebepti, bilemiyorum.
Herkes kalbimi kırma
yarışında. Kimse düşünmüyor ki ben sonra o kırıklarla nasıl yaşayacağım. Tek
başıma kaldığımda, yastığı başıma koyduğumda kalbime batan camlarla nefes
almaya çalışacağım.
Hayatımda yeteri kadar acı
çektiğimi düşündüğüm an bin misliyle dönüyor hayat bana.
Görmediğim tüm değerlilik
duygusuyla bağlanıyorum insanlara. Sonra görmediğim değerin üstüne birde
kırgınlığı sırtlanıyorum. Yüküme yük bindiriyorum sanki çok azmış gibi. Sonra
dönüp bir bakıyorum, yürüdüğüm yol boyunca dökülen yüklerim değil "ben"
oluvermişim.
Daha ne olabilir ki, dediğim
an yaşadıklarıma bir tanesi daha ekleniyor. Güzel anılarıma karışmayan hayat,
kötü anılara bir yenisini daha ekliyor. Sonra aptal gibi ufacık umutlara tamah
ediyor bir hezeyanın peşinden Ya Allah diyerek gidiyorum. Sonunun şer olduğunu
bile bile, hayra çıkması için yalvarıyorum.
Buna ne denir biliyor
musunuz? Buna, boş koy hayat kime adil davranmış ki, denir. Sonra bir bakarsın
sende o boş koyulmuşlar rafındasın.
Başkalarının bizi
anlamayacaklarını adımız gibi iyi biliriz. Biz değer verdiklerimizi hangi
kefelere koyuyoruz, onlar bize neler ediyorlar.
Yüzlerce defa dile almışımdır "Çok güçlü
görünürüm fakat benim duvarım bir sünger kadar hassastır," diye.
Evelallah, sert bir darbe yemedikçe yıkılmam ama herkesin gibi benimde bir
zayıf noktam var. Beni hep en sevdiklerim kırabilir çünkü yalnızca onlara
müsaade eder yüreğim. Çünkü yürek, değer verdiğim insanlara karşı aciz. Bir
aptal gibi beni yıkmalarına, yıldırmalarına izin veririm. Bir aptal gibi, bir
akılsız gibi, bir salak gibi...
Bu yüzdendir bana derdini
anlatana akıl verememem. Aklım olsa kendime kullanırdım zaten. Sırtımda onlarca
bıçakla dolaşırken benim ne haddime akıl vermek?